Dilarce ile Kitap İncelemeleri: İnsanın Fabrika Ayarları, 1. Kitap, BEDEN

 müzik önerisi: https://youtu.be/L4kt3XGXpFY

Sinan Canan

‘Eğer bile bile gücünüzün yettiğinden daha azı olmayı planlıyorsanız sizi uyarıyorum: Hayatınızın geri kalan kısmında mutsuz olacaksınız. Kendi yeteneklerinizden ve imkanlarınızdan kaçıyor olacaksınız…’ Abraham Maslow

Uzun zamandan beri  kitap inceleme yazısı yazmamıştım. Ama Sinan Canan’ın ‘İnsanın Fabrika Ayarları’ üçlemesi beni derinden etkiledi. O kadar güzel konulara değinmiş ve o kadar güzel konu başlıklarıyla harmanlamış ki, ben de apayrı bir ufuk açtı.

Ve biliyorsunuz ki, bu kısa kitap incelemelerinin amacı, kitabı sizler de okumadan, göze çarpan kısımlara ulaşıp, ilhamı alabilmeniz.

İnsan gerçekten anlaşılması çok zor bir varlık. Devinimleriyle, inişleriyle, çıkışlarıyla, yaşadıklarıyla. Varoluşundaki yapısıyla. Sinan Canan yazdığı bu üçlemede, ‘Beden’ ile başlıyor. İlk kitapta ‘Beden’ i anlatıyor. ‘Beden’ diyince aklınıza ilk ne geliyor bilmesem de, ben en savunmasız halimizi canlandırıyorum zihnimde. Ve aklıma hemen bebekliğimiz geliyor. Zaten ilginç bir şekilde kitabın kapağında da bebek var. Ben insan organizmasının, en gerçek halinin de bebek olduğu hal olduğuna inanıyorum.

  Sinan Canan üçlemenin ilk kitabında, bedenimizin savunmasızlığını anlatarak konuya başlıyor. Hatta şöyle demiş: ‘Eğer bedenimiz bu kadar zayıf ve çaresiz olmasaydı, insanoğlu ve şimdi soyları tükenmiş olan yakın akrabaları, hayatta kalmak için zihinlerini bu kadar zorlamak zorunda kalmayacaklardı.’ Kısacası şunu vurguluyor, aslında bedenimiz bu kadar aciz olmasaydı, zihnimizi bu kadar çok geliştirmek zorunda kalmayacaktık. O kadar güzel bir nedensellik ki bu.

 Daha sonra tıpkı daha önceki kitaplarında da (Kimsenin Bilemeyeceği Şeyler) olduğu gibi Kaos teorisine vurgu yapıyor. Bilimsel adıyla kaos: ‘Kompleks Dinamik Sistemleri İnceleyen Bilim Dalı.’ Şimdi kompleks dinamik sistem kavramı aslında çok yeni. 1960’larda ortaya çıkmış bir şey. Kaos kuramı ve kaos bakış açısının özü, tabiatın bildiğimiz anlamda bir ‘düzen’ ortaya çıkarma zorunluluğunun olmaması ve tabiatın ‘rastlantısal’ olmaktan öte, girift ve kaotik bir tarzda davranış biçimidir. Ve Sinan Canan esasen şunu da vurguluyor ‘Kaos insanı geliştirir.’

 Kaosla birlikte bahsettiği ‘hareket’ kavramıysa muazzam bir şey. Çünkü insan ve diğer varlıklar sürekli hareket halinde olduğunda, aslında varlıksal her şeyi ancak hareketle açıklayabiliyoruz. Ve hatta eğitim sistemiyle ilgili şu kısım da güzeldi: ‘İnsanın biyolojik ayarlarına kabaca bir bakacak olursak; aslında kırk dakika boyunca kapalı bir ortamda, sabit bir yerde oturabilen ve bundan rahatsızlık duymayan bir insan çocuğunun ‘sorunlu’ olabileceğinden şüphelenmemiz gerekirdi.’ Sistemde o kadar ciddi sıkıntılar var ki, normal sandığımız birçok şey normal dışı, normal dışı olduğunu düşündüğümüz birçok şey de aslında normal. Ve okuduğum kitaplarda bu tip gerçeklerin yer alması beni hep çok mutlu ediyor. Ayrıca ‘Hareket mi, Spor mu?’ diye bir kısım da var. Bu da çok hoşuma gitti, sizler için şu şekilde derledim: ‘Bedeni sadece fiziksel olarak çalıştırmak için spor yapmak; insan gibi anlam arayan, olayların bağlamını merak eden ve biraz da mistik bir kafa yapısına sahip bir canlı için, uzun vadede akıllı bir seçim değil gibi görünüyor. Bedeni sporcu olmadığınız müddette sürekli olarak zorlamak, ciddi anlamda motivasyon kaybına, hatta zihinsel ve bedensel sağlıkta da çeşitli olumsuzluklara neden olabilir. Ancak fiziksel egzersizin bizzat kendi başına zihinsel ödülleri ateşleyici ve güdüleyici birçok sonucu vardır. Fakat bu maddelerin salgısı, zihinsel faktörlere fazlasıyla bağlıdır ve bu olumlu sonuçlar sadece kasların hareket ettirilmesiyle ilgili değildir. Öncelikle beynimiz temelde ‘duygusal bir zihni’ yönetir(yahut ona aracılık eder). Yani duygular esastır ve mantıklı gerekçeler daha sonra gelir. Motivasyon dediğimiz sürdürülebilir yönlendirici zihin gücü de temelde duygulardan doğar. Bir insanı mantık yoluyla ne kadar tartışılmaz derecede ikna ederseniz edin, o insanın duygusal devrelerinde gerekli değişiklikler oluşmadığı takdirde davranışlarının değişmesi çok zordur. Motivasyon ‘neden’lere bağlıdır. Fakat insanı yönlendiren nedenler, mantıksal olmaktan ziyade öncelikle dürtüsel ve duygusaldır. Dürtüleri dizginlemek (irade), bir davranış yerine başka bir davranışı tercih edebilmek (ihtiyar) veya harekete geçerek bu hareketi sürdürebilmek için duygusal motivasyon gerekir. Dolayısıyla atalarımızı bu kadar hareketli yapan şeyler, muhtemelen yaşamsal ve duygusal motivasyonlardır.’

Kısacası motivasyon kaynaklarımız epeyce belirleyici oluyor her konuda. Spordan sonra da beslenme konusuna değinmesi çok hoş. Çünkü beslenme bizim sürekli olarak hakkında konuşup durduğumuz ama sonuca varamadığımıza inandığım bir konu.  Ve Sinan Canan kitabında, çok güzel bir notlar kısmı hazırlamış, ilk kitabın 150. sayfasında:

1.       Ağırlıkla, kiloyla, sayıyla sağlık olmaz. Kilonuzdan önce sağlığınızı ve yeme alışkanlıklarınızı düşünün.

2.       Tabiatta bizim tükettiğimiz şekliyle mevcut olmayan her besin maddesi, tüketilmesi halinde belli bir ‘metabolik bedelle’ tüketilir, bunu unutmayın.

3.       Bedeniniz biliyor! Yemek yedikten sonra bedeninizi dinleme alışkanlığı geliştirin. Herhangi bir gıdayı tükettikten 2-4 saat sonra neler hissettiğinize dikkat ederseniz o gıdaların sizde nasıl bir tepkimeler dizisi ürettiğine dair açık bir fikir edinebilirsiniz.

4.       Tam olarak acıkmadan yemeyin.

5.       Her öğünden 3-5 saat sonra hissedilen ve çoğu insanda aşırı karbonhidrat alımının bir sonucu olarak aniden yükselen insülinin etkisiyle oluşan ‘yalancı açlık’ duygusunu gerçek açlıktan ayırt etmeyi öğrenin. Bunun en iyi yolu, öğünlerde şeker ve karbonhidrat alımını kalıcı olarak sınırlandırmaktır.

6.       Karbonhidrat alımını mümkün olduğunca azaltın. Özellikle belirli bir düzene göre spor yapmıyor ve bedensel enerji açısından normalden fazla gıdaya ihtiyaç duymuyorsanız, karbonhidrat alımını azaltmak çok kısa bir süre içinde günlük öğün sayısında azalma olmasına ve çok daha uzun sürelerde dengeli bir kan şekeri düzeyine sahip olmanıza yardımcı olacaktır.

7.       ‘Tatlılar’ besin değil haz nesnesidir; mümkün mertebe uzak durun!

8.       Lifli, çiğ ve yeşil gıdaları bolca kullanmayı tercih edin. Prebiyotik (faydalı bakterilerin üremesine imkan veren) olan bu besinler, doğrudan taşıdıkları besin değerlerinin dışındaki diğer yan faydalarıyla da bizlere şifa olmak için varlar. Her ne kadar bitkilerde bolca bulunan selüloz gibi karbonhidratları bizim sindirim sistemimiz sindiremese de onların varlığında ortaya çıkan bağırsak ortamı, sadece beslenmemizi değil, ruh durumumuzu ve zihinsel odaklanmamızı da bir hayli olumlu yönde etkilemektedir.

9.       Probiyotik (canlı ve faydalı bakteriler) ve kaliteli proteinler içeren her türlü besini; örneğin (ev yapımı) yoğurt, doğal sirke, kemik suyu, paça çorbası, fermente turşu gibi gıdaları sofranızdan eksik etmeyin. Bağırsak floranız (bakteri örtünüz) hem beden hem de zihin sağlığı açısından beyin hücreleriniz kadar önemlidir.

10.   Yağ tüketiminden korkmayın! Tek bilmeniz gereken faydalı-zararlı yağları ayırabilmektir. Bedenimiz doğal tereyağını, zeytinyağını, hindistancevizi ve avokado gibi gıdaların yağlarını, hayvanların iç yağlarını, balık yağlarını ve kuruyemişlerde bolca bulunan yağları kolayca kullanıp kendisi için faydaya dönüştürebilmektedir. Margarin, ayçiçeği gibi çekirdek yağları, işlenmiş yağlar ve genelde doymuş yağlar olarak bilinen yağlar ise bedenimiz tarafından pek iyi karşılanmaz.

Yüksek yağlı beslenmek, özellikle erken çocukluk ve gelişim dönemlerinde önemlidir. Şeker ve karbonhidrat vücuda asgari oranda alındığı takdirde, yağlar sizde fazla kilo yapmaz. Çünkü yağ ağırlıklı beslenenler zaten az ve aralıklı yerler. Özellikle MTC olarak bilinen orta zincirli yağ asitleri de bedenimiz tarafından rahatlıkla kullanılır. Bu tip yağlar, kabuklu yemişlerde bol miktarda bulunur.

11.   Günümüz meyvelerinin çoğu fazla, hatta aşırı şeker içermektedir. Meyve yerken de ölçülü tüketmeye dikkat etmek gerekir.

12.   Beyin gelişimi ve sindirim sağlığı için et gerekli bir besindir. Fakat temel ayarlarımız, et tüketiminin oldukça az olması gerektiğini gösteriyor. Normalde haftada bir kez kırmızı et yemek yeterlidir. Balık ve deniz ürünleri ise biraz daha sık tüketilmelidir. Et tüketiminin aşırısı hem beden hem de çevre için ciddi zararlar doğurduğundan makul miktardan fazla et tüketmemeye dikkat etmek gerekir.

13.   Günde en az bir kez ‘karnınız guruldayacak kadar’ acıkın ve bu acıkmayı katlanılmaz bir deneyimden, keyifli bir hisse dönüştürün.

14.   EN ÖNEMLİ KURAL: Rutinden sakının. Bedeninizi hoş sürprizlerle şaşırtın. Farklı gıdalar deneyin, arada sırada vejetaryen yahut vegan tarzında beslenin.

Elbette bütün bu tavsiyelerim öncelikle kendini keşfetmeye meraklı, hayatında ilginç deneyimler yaşamaya açık, formül ve reçetelerden hoşlanmayanlar için geçerli. Diğerleri uzman diyetisyenlerin ve beslenme uzmanlarının verdiği reçeteleri uygulayarak detokslara ve ‘kilo verme’ çalışmalarına devam edebilir…

Burda geçen maddelerin hepsinin bize katkı sağlayacağına inanıyorum.  Daha birçok konuya değiniyor elbetteki. Tarım, GDO, koku ve tat alma mekanizmalarımız. Ama kitabın sonlarına yaklaşırken yazdığı şu cümleler muazzam:

Biyolojinin temel ilginçliklerinden, hatta kurallarından birisi şudur: Biyolojik bir sistem, stresle karşılaştığı zaman bir şekilde gelişmek, iyileşmek zorunda kalır yahut buna yönelik bir çalışma ‘moduna’ geçmeye çalışır. İçten veya dıştan gelen, beklenmeyen her türlü minik değişiklikler, bu noktada ‘küçük stresler’ olarak düşünülebilir. Mesela acıkmak, terlemek, üşümek, kaşınmak, sıkılmak, ağrı-sancı çekmek gibi duygulanım ve duyular; dikkat edilirse, her zaman ‘harekete geçirici’ bir işlev görür. Böyle küçük stresler bizi karşı yönde davranış üretmeye ve o sorunu çözmeye zorlar. Aynı zamanda bedenin içsel çalışma mekanizmaları da genellikle bu tip durumlarda özel bir savunma durumuna geçerek eldeki tüm kaynakları daha verimli ve farklı kullanmanın yollarını keşfeder. Nietzsche’nin de dediği gibi eğer o sıkıntı ‘öldürücü’ değilse bizim için ‘geliştirici’ etki yapar.’

Ve bitirirken de şöyle diyor:

‘Biyolojik bir canlı olarak temel amacımız hayatta kalmak ve üremektir. Gelişmiş zihinsel özelliklerimiz sayesinde bu konuda çok acayip çözümler, icatlar, fikirler ve yollar geliştirebiliyoruz. Ama bu gelişmiş zihin, kendimizi bilip anlama fırsatı bulamadığında, kendi sonunu ve cehennemini de hazırlayabiliyor. İşte o nedenle kendini anlamak, en azından biyolojik donanımını makul bir oranda fark edebilmek, doğru yaşamın en önemli giriş kapısıdır. Aksi takdirde bize ‘mucizeler vaat eden’ her insanın peşine düşme riskimiz az olmayacaktır. Zira o ‘ölümsüzlük ve ebedi gençlik’ hayali bu ölümlü dünyada peşimizi hiç bırakmayacaktır.

Üçlemenin birinci kitabının ilk incelemesi bittiğine göre yazıyı bitirmeden önce söylemek istediğim birkaç şey var.

  Evet dünyada yaşamak hiç kolay bir şey değil. Ama kendimizi bilip anlamazsak, kendi varlığımız içerisinde bütünleşmezsek ve kendimizi tam anlamıyla sevemezsek; kendi potansiyelimizin katili de oluyoruz. Muazzam varlıklarız. Ve bu muazzamlık modern dünyanın algılarıyla, dar düşünceli insanların görüşleriyle ya da kısırlaşmış alışkanlıklarla sınırlı değil. Belki de insanlık olarak, yapacağımız bir sürü şeyle daha da muazzam şeyleri keşfetmeye devam edeceğiz.

   Umarım bu satırlar ve kitap incelemesi ilham vermiştir. Neşe ve sevgiyle kalın!

                                                                                                               DİLARCE




                


                                                                                   


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Dualite: İçimdeki Orman

Cesur Yürek

Mavi ve Anka Kuşu