Umut
müzik önerisi: https://www.youtube.com/watch?v=RQuX0B0-AwQ
Korkunun ecele faydası var mıydı? Yoktu.
Dünyanın derdi dört bir yanı sarmışken, insanlar karanlıklarda boğulup dururken, aydınlıklarla yeniden buluşabileceğim düşüncesi yok olmuşken, tam artık olmaz dediğim anda, bir ışıkla karşılaştım yine. Yüzüme çarptı. Yakar diye korktum. Yakmadı ama.
Ve 'umut' un hayatın içerisinde bir kez daha ne kadar önemli olduğunu anladım.
Hayatın sıkıntıları insanı teker teker sarsarken, inanmak her sıkıntıya merhemdi. İnanmak ve inanarak devam etmek. Ne olursa olsun vazgeçmemek. İnsan vazgeçmediği sürece, kendi anlamlarına ve hayallerine sahip çıktığı sürece 'umut' her zaman vardı.
Kenarda köşede kalmış bir detay, bir rüzgarın uğultusu ya da büyük bir depremin sarsıntısı, insanı yerle bir edebilir, başkalaştırabilirdi. Ama kalpte umut varsa, kendisine dönüştürebilir, özüne de yaklaştırabilirdi.
Deneyimin acısı ya da tatlısı yoktu. Deneyimin kendisi vardı. Ve deneyimler sürprizlerle doluydu. Hayat bizimle acımasızca oynuyor, canımızı sıkıp duruyor, kalbimizi kırıyordu. Bazen akan gözyaşlarımıza dönüşüyordu deneyim. Bazen dudağımızdaki masum bir gülümsemeye. Bazen beyazdan yalanlara. Bazen de mucizeye. Mucize dediğimiz şey neydi peki? Mucizeyi nasıl tanımlayabilirdi insan? Mucizeye hangi isimleri verebilirdi? Parçalar ne zaman tam olarak birbirine yaklaşır ve yerine otururdu? Parçaların bir araya gelmesi, uyuşması, kaynaşması ne kadar sürerdi? İnsan bunu öngörebilir miydi? Öngörebilse bile kalben hissedebilir miydi?
Hissederdi.
Hepimiz hissetmiyor muyuz? Her gün ve her an. Her saat ve her dakika.
İnsanın belki de en büyük sorunlarından biri hislerini köreltmesidir. Körelmemiş olsa hisler, her gün ve her an yeniden doğsalar belki de bambaşka şeyler olacak.
Çünkü belki de mucizeler oluyor ama bizler hissetmiyoruz.
Hislerimizi açacak cesaretimiz yok. Hislerimizi açmayınca da, gözlerimiz görmez, kulaklarımız duymaz oluyor. Karanlığa sürükleniyoruz. Karanlık...
İşte ışık aslında hisleri açacak ve karanlığı yok edecek varlıklara rastlamak demek.
O varlıklarla mucizeleri hissetmeye başlamak demek.
Hissetmeye başlıyorum evet. En karanlık anlarımda kendime verdiğim telkinlerin, anlamların, varoluşun ve en çok da hayatın bana cevap vermeye başladığını hissediyorum.
Siz de hala okumaya devam ediyorsanız bu satırları, durun bir an.
Durun ve dinleyin. Kalbinizin atışını, soluğunuzu... İçinizdeki en derin sesi...
Durun ve hatırlayın. En mutlu çocukluk anınızı... En son neye kahkahalarla güldüğünüzü...
Durun ve bir kez daha şükredin. Hayattasınız, 'umut'lara açılabilir, hislerle dolabilir, her an yeniden doğabilirsiniz.
Neşe ile kalın...
Korkunun ecele faydası var mıydı? Yoktu.
Dünyanın derdi dört bir yanı sarmışken, insanlar karanlıklarda boğulup dururken, aydınlıklarla yeniden buluşabileceğim düşüncesi yok olmuşken, tam artık olmaz dediğim anda, bir ışıkla karşılaştım yine. Yüzüme çarptı. Yakar diye korktum. Yakmadı ama.
Ve 'umut' un hayatın içerisinde bir kez daha ne kadar önemli olduğunu anladım.
Hayatın sıkıntıları insanı teker teker sarsarken, inanmak her sıkıntıya merhemdi. İnanmak ve inanarak devam etmek. Ne olursa olsun vazgeçmemek. İnsan vazgeçmediği sürece, kendi anlamlarına ve hayallerine sahip çıktığı sürece 'umut' her zaman vardı.
Kenarda köşede kalmış bir detay, bir rüzgarın uğultusu ya da büyük bir depremin sarsıntısı, insanı yerle bir edebilir, başkalaştırabilirdi. Ama kalpte umut varsa, kendisine dönüştürebilir, özüne de yaklaştırabilirdi.
Deneyimin acısı ya da tatlısı yoktu. Deneyimin kendisi vardı. Ve deneyimler sürprizlerle doluydu. Hayat bizimle acımasızca oynuyor, canımızı sıkıp duruyor, kalbimizi kırıyordu. Bazen akan gözyaşlarımıza dönüşüyordu deneyim. Bazen dudağımızdaki masum bir gülümsemeye. Bazen beyazdan yalanlara. Bazen de mucizeye. Mucize dediğimiz şey neydi peki? Mucizeyi nasıl tanımlayabilirdi insan? Mucizeye hangi isimleri verebilirdi? Parçalar ne zaman tam olarak birbirine yaklaşır ve yerine otururdu? Parçaların bir araya gelmesi, uyuşması, kaynaşması ne kadar sürerdi? İnsan bunu öngörebilir miydi? Öngörebilse bile kalben hissedebilir miydi?
Hissederdi.
Hepimiz hissetmiyor muyuz? Her gün ve her an. Her saat ve her dakika.
İnsanın belki de en büyük sorunlarından biri hislerini köreltmesidir. Körelmemiş olsa hisler, her gün ve her an yeniden doğsalar belki de bambaşka şeyler olacak.
Çünkü belki de mucizeler oluyor ama bizler hissetmiyoruz.
Hislerimizi açacak cesaretimiz yok. Hislerimizi açmayınca da, gözlerimiz görmez, kulaklarımız duymaz oluyor. Karanlığa sürükleniyoruz. Karanlık...
İşte ışık aslında hisleri açacak ve karanlığı yok edecek varlıklara rastlamak demek.
O varlıklarla mucizeleri hissetmeye başlamak demek.
Hissetmeye başlıyorum evet. En karanlık anlarımda kendime verdiğim telkinlerin, anlamların, varoluşun ve en çok da hayatın bana cevap vermeye başladığını hissediyorum.
Siz de hala okumaya devam ediyorsanız bu satırları, durun bir an.
Durun ve dinleyin. Kalbinizin atışını, soluğunuzu... İçinizdeki en derin sesi...
Durun ve hatırlayın. En mutlu çocukluk anınızı... En son neye kahkahalarla güldüğünüzü...
Durun ve bir kez daha şükredin. Hayattasınız, 'umut'lara açılabilir, hislerle dolabilir, her an yeniden doğabilirsiniz.
Neşe ile kalın...
Yorumlar
Yorum Gönder