Umut Uyanık İnsanların Rüyasıdır
müzik önerisi: https://www.youtube.com/watch?v=t8vVkAu7DRo
'Umut, uyanık insanların rüyasıdır.' demiş Aristoteles.
'Umut etmek.' Aslında hayatlarımızda sıklıkla kullandığımız bir kavram. Sıklıkla dilimizden düşürmediğimiz ama eylemlerimizle pekiştirmekte zorlandığımız.
En karanlık yanlarıyla yüzleşmeye başlayınca insan, umut etmesi gerektiğini anlıyor. Öyle, böyle ya da şöyle küçük şeylerin birikintisi aslında yaşam. Göze en büyük gelen şeyler de, aşılmaz denilen engeller de, yapılamaz denilen şeyler de... Herbiri küçük şeylerin birikmesi sonucunda oluşuyor. Bence 'umut etmek' bütün bu yolculukta insanın daha çok motive olabilmesini, kendine daha sıkı iplerle sarılabilmesini sağlıyor.
Bir de hakikaten içselleştirerek insanın umut edebilmesi için kendi iç dünyasında, kendini yaşamaya layık görmesi gerekiyor. Ama bir insan kendisinin yaşamaya layık olduğuna nasıl ikna olabilir? Hemen akla bu zihin yakıcı soru geliyor.
Kendi deneyimimden yola çıkacak olursam doğa bu anlamda beni ikna ediyor. Bütün bu şaşmaz düzenin içinde var olabilmemiz, akıp gidebilmemiz bence tesadüf olamaz. Yani yaşadığımız bütün acıların, deneyimlediğimiz her detayın, soluduğumuz her hava zerreciğinin bir anlamı var. Eğer bu anlamlara inemezsek, eğer bu anlamlarla bütünleşemezsek, o zaman yaşamaya yüzde yüz layık olduğumuza ikna olamayız diye düşünüyorum.
Buna inandığı zaman insan, yani yaşamaya layık olduğuna ve bütünün içinde sarsılmaz bir varlığı olabileceğine uyandığı zaman, yenilmez olmaya yaklaşıyor adım adım. Ve umutlar durdurulamaz şekilde çoğalmaya başlıyor.
Kendi varlığınızın yaşamaya değer oluşu karşısında, ne sizi düşüncesizce ve hadsizce terk edip yarı yolda bırakan insanların yüklediği değersizlik duygusu yanıltabiliyor, ne yargılayıcı bakışları umursuyorsunuz, ne de başkalarının ne düşünüp durduğunu. Kafasında küçük gerçeklikler kurup, büyük atıp büyük tutan kimseyle işiniz olmadığını anlıyorsunuz çünkü. Bir tek kendinizle işiniz oluyor çünkü. Bir de hakikatlerle.
Öyle bir yaratılışı var ki insanın, ne zaman anlamlarına sahip çıksa, kendine sevgiyle yaklaşsa hayal kırıklığına uğraması imkansız. Umutsuzluğa düşmesi imkansız. Tıpkı Kaos Teorisi'ndeki, kelebeğin kanat çırpışının makro boyutta oluşturabileceği etkilerin gerçek olması gibi, kendinizi yaşamaya layık görmeniz dünyayı bile kökünden değiştirebilecek etkilerin doğmasını sağlayabilir.
Neşe ile kalın.
'Umut, uyanık insanların rüyasıdır.' demiş Aristoteles.
'Umut etmek.' Aslında hayatlarımızda sıklıkla kullandığımız bir kavram. Sıklıkla dilimizden düşürmediğimiz ama eylemlerimizle pekiştirmekte zorlandığımız.
En karanlık yanlarıyla yüzleşmeye başlayınca insan, umut etmesi gerektiğini anlıyor. Öyle, böyle ya da şöyle küçük şeylerin birikintisi aslında yaşam. Göze en büyük gelen şeyler de, aşılmaz denilen engeller de, yapılamaz denilen şeyler de... Herbiri küçük şeylerin birikmesi sonucunda oluşuyor. Bence 'umut etmek' bütün bu yolculukta insanın daha çok motive olabilmesini, kendine daha sıkı iplerle sarılabilmesini sağlıyor.
Bir de hakikaten içselleştirerek insanın umut edebilmesi için kendi iç dünyasında, kendini yaşamaya layık görmesi gerekiyor. Ama bir insan kendisinin yaşamaya layık olduğuna nasıl ikna olabilir? Hemen akla bu zihin yakıcı soru geliyor.
Kendi deneyimimden yola çıkacak olursam doğa bu anlamda beni ikna ediyor. Bütün bu şaşmaz düzenin içinde var olabilmemiz, akıp gidebilmemiz bence tesadüf olamaz. Yani yaşadığımız bütün acıların, deneyimlediğimiz her detayın, soluduğumuz her hava zerreciğinin bir anlamı var. Eğer bu anlamlara inemezsek, eğer bu anlamlarla bütünleşemezsek, o zaman yaşamaya yüzde yüz layık olduğumuza ikna olamayız diye düşünüyorum.
Buna inandığı zaman insan, yani yaşamaya layık olduğuna ve bütünün içinde sarsılmaz bir varlığı olabileceğine uyandığı zaman, yenilmez olmaya yaklaşıyor adım adım. Ve umutlar durdurulamaz şekilde çoğalmaya başlıyor.
Kendi varlığınızın yaşamaya değer oluşu karşısında, ne sizi düşüncesizce ve hadsizce terk edip yarı yolda bırakan insanların yüklediği değersizlik duygusu yanıltabiliyor, ne yargılayıcı bakışları umursuyorsunuz, ne de başkalarının ne düşünüp durduğunu. Kafasında küçük gerçeklikler kurup, büyük atıp büyük tutan kimseyle işiniz olmadığını anlıyorsunuz çünkü. Bir tek kendinizle işiniz oluyor çünkü. Bir de hakikatlerle.
Öyle bir yaratılışı var ki insanın, ne zaman anlamlarına sahip çıksa, kendine sevgiyle yaklaşsa hayal kırıklığına uğraması imkansız. Umutsuzluğa düşmesi imkansız. Tıpkı Kaos Teorisi'ndeki, kelebeğin kanat çırpışının makro boyutta oluşturabileceği etkilerin gerçek olması gibi, kendinizi yaşamaya layık görmeniz dünyayı bile kökünden değiştirebilecek etkilerin doğmasını sağlayabilir.
Neşe ile kalın.
Yorumlar
Yorum Gönder