En Dış Kulvardan
başlamadan evvel müzik önerisi: https://www.youtube.com/watch?v=8QmdTSbz1dQ
Herkesin ama istisnasız herkesin bir olduramadığı vardır.
İşidir bu bazen. Kendini kandırıp durduğu yaşantısıdır. Umutsuzluğudur. Aşkıdır. Akademik hayatıdır. Ne olduğu önemsizdir. Herkesin ama istisnasız herkesin bir olduramadığı vardır. Öyle anlarda öyle bir dibe vurur ki insan, bir daha asla ama asla su yüzüne çıkamayacağını düşünür. Boğulmaya başlar. İradesi sarsılır. Umutları kırılır. Yaşama sevincini, inancını kaybeder. Kendi cehennemine dört parmak yaklaşır.
Anlayamaz, kavrayamaz, yakınsayamaz. Ne ağır gelir insana bu kadar? Nasıl yaklaşır kendi dibine? Ya da bu algıya, bu olduramama haline nasıl bürünür insan?
Bunu sorguluyorum günlerdir. Kendi cehennemine yaklaşmış olan herkes gibi.
Çelişiyorum. Akamıyorum. Üretemiyorum. Anlayamıyorum. Anlaşılamıyorum. Kanatlarım kırılmış adeta uçamıyorum. Hep umudu yazmış olan ben artık hücrelerimde umudu hissedemiyorum. İlhamı çoğaltmayı seçmiş olan ben ilhama dair hiçbir şey yapamıyorum. Yoksa pes mi ediyorsun ? diye soruyorum kendime.
Havada binlerce argüman asılı. Binlerce çelişki. Binlerce hayal kırıklığı.
Sonra şu videoyu izliyorum:
https://www.youtube.com/watch?v=_-sfoqUa0vs
Daha 3 yıldır bu gezegende olan bir varlık keman çalıyor. Tam olarak nerede olduğundan ne yaptığından haberi yok. Çok güzel çalamıyor kemanı ama asla durmuyor pes etmiyor. Çünkü nasıl çaldığının önemli olup olmadığını bilincinde bile değil. Mükemmel bir hal diye düşünüyorum. O kadar mükemmel bir hal ki bu...
Fark ediyorum, böyle geliyoruz bizler bu gezegene.
Olduramadıklarımızı düşünmeden sadece var olmayı deneyerek.
Nasıl bu hale geliyoruz, nasıl en çok zararı kendine dokunan bu canavarlara dönüşüyoruz hala anlamış değilim.
Duruyor içimdeki çığlıklar. Duruyor zaman. Ben duruyorum.
Bulunduğum konumu terk etmek, vazgeçmek gelse de duruyorum. Hayal kırıklıkları her yerime sinmiş olsa da duruyorum. Bana ne olduğunu anlamamış olsam da duruyorum. Kim olduğumu bana unutturmaya çalışsalar da duruyorum. Akademik başarılarla değerimi ölçmeye çalışsalar da duruyorum. Defalarca kez düşüp, defalarca kez kalkmış olsam da duruyorum.
Duruyorum.
İlk kez durmak çok iyi geliyor. Ve bir yerlerde okuyorum şu cümleleri:
Dünyadaki hiçbir bilginin bir kuruşluk önemi yok, eğer sen ilgilenmiyorsan. Dünyadaki hiçbir fikrin gelişme şansı yok eğer sen onu yorumlayıp üzerine bilinç koymuyorsan. Bu yüzden sana çok fazla ihtiyacı var hayatın. Sen kim misin? Sen hayatın var etmek için seçtiğisin. Yaşamak için çaba sarf ettiğisin. Varsın ve şu an buradasın. Yaşam senin ona sağlayacağın katkıya inandığı için seni sisteminde var ediyor. Hayat sana, senin önemini bundan daha açık bir biçimde beyan edemezdi. Eğer ki seninle ilgilenmiyor olsaydı, akla hayale gelmeyecek binbir yöntemin birisiyle seni yok ederdi. Bu sorumluluğun farkında olmalısın, hayat senin kendini fark etmeni bekliyor. Kendini görmeni...
Fark etmeyi seçenlerden oluyorum bir kez daha.
Duruyorum. Olduramadıklarımı ve kendime dair kayboluşumu bir kenara itiyorum. Ve anlıyorum ki şu an içine düştüğüm durum hayatın beni ölçmek için kullandığı bir mihenk taşı. Vazgeçemem.
Ve eğer şu an beni okuyanlar varsa, sizler de vazgeçemezsiniz. Herbirimiz bir işlevi gerçekleştirmek adına varız. Kalben inanarak çıktığımız her yol, bizi kendimize götürecek. Vazgeçmesi kolay, sürdürmesi zor olacak. Ama söyleyin bana, varoluşta özgürce kendin olabilmekten ve işlevini yerine getirebilmekten daha güzel ne var? Neşe ile kalın...
Herkesin ama istisnasız herkesin bir olduramadığı vardır.
İşidir bu bazen. Kendini kandırıp durduğu yaşantısıdır. Umutsuzluğudur. Aşkıdır. Akademik hayatıdır. Ne olduğu önemsizdir. Herkesin ama istisnasız herkesin bir olduramadığı vardır. Öyle anlarda öyle bir dibe vurur ki insan, bir daha asla ama asla su yüzüne çıkamayacağını düşünür. Boğulmaya başlar. İradesi sarsılır. Umutları kırılır. Yaşama sevincini, inancını kaybeder. Kendi cehennemine dört parmak yaklaşır.
Anlayamaz, kavrayamaz, yakınsayamaz. Ne ağır gelir insana bu kadar? Nasıl yaklaşır kendi dibine? Ya da bu algıya, bu olduramama haline nasıl bürünür insan?
Bunu sorguluyorum günlerdir. Kendi cehennemine yaklaşmış olan herkes gibi.
Çelişiyorum. Akamıyorum. Üretemiyorum. Anlayamıyorum. Anlaşılamıyorum. Kanatlarım kırılmış adeta uçamıyorum. Hep umudu yazmış olan ben artık hücrelerimde umudu hissedemiyorum. İlhamı çoğaltmayı seçmiş olan ben ilhama dair hiçbir şey yapamıyorum. Yoksa pes mi ediyorsun ? diye soruyorum kendime.
Havada binlerce argüman asılı. Binlerce çelişki. Binlerce hayal kırıklığı.
Sonra şu videoyu izliyorum:
https://www.youtube.com/watch?v=_-sfoqUa0vs
Daha 3 yıldır bu gezegende olan bir varlık keman çalıyor. Tam olarak nerede olduğundan ne yaptığından haberi yok. Çok güzel çalamıyor kemanı ama asla durmuyor pes etmiyor. Çünkü nasıl çaldığının önemli olup olmadığını bilincinde bile değil. Mükemmel bir hal diye düşünüyorum. O kadar mükemmel bir hal ki bu...
Fark ediyorum, böyle geliyoruz bizler bu gezegene.
Olduramadıklarımızı düşünmeden sadece var olmayı deneyerek.
Nasıl bu hale geliyoruz, nasıl en çok zararı kendine dokunan bu canavarlara dönüşüyoruz hala anlamış değilim.
Duruyor içimdeki çığlıklar. Duruyor zaman. Ben duruyorum.
Bulunduğum konumu terk etmek, vazgeçmek gelse de duruyorum. Hayal kırıklıkları her yerime sinmiş olsa da duruyorum. Bana ne olduğunu anlamamış olsam da duruyorum. Kim olduğumu bana unutturmaya çalışsalar da duruyorum. Akademik başarılarla değerimi ölçmeye çalışsalar da duruyorum. Defalarca kez düşüp, defalarca kez kalkmış olsam da duruyorum.
Duruyorum.
İlk kez durmak çok iyi geliyor. Ve bir yerlerde okuyorum şu cümleleri:
Dünyadaki hiçbir bilginin bir kuruşluk önemi yok, eğer sen ilgilenmiyorsan. Dünyadaki hiçbir fikrin gelişme şansı yok eğer sen onu yorumlayıp üzerine bilinç koymuyorsan. Bu yüzden sana çok fazla ihtiyacı var hayatın. Sen kim misin? Sen hayatın var etmek için seçtiğisin. Yaşamak için çaba sarf ettiğisin. Varsın ve şu an buradasın. Yaşam senin ona sağlayacağın katkıya inandığı için seni sisteminde var ediyor. Hayat sana, senin önemini bundan daha açık bir biçimde beyan edemezdi. Eğer ki seninle ilgilenmiyor olsaydı, akla hayale gelmeyecek binbir yöntemin birisiyle seni yok ederdi. Bu sorumluluğun farkında olmalısın, hayat senin kendini fark etmeni bekliyor. Kendini görmeni...
Fark etmeyi seçenlerden oluyorum bir kez daha.
Duruyorum. Olduramadıklarımı ve kendime dair kayboluşumu bir kenara itiyorum. Ve anlıyorum ki şu an içine düştüğüm durum hayatın beni ölçmek için kullandığı bir mihenk taşı. Vazgeçemem.
Ve eğer şu an beni okuyanlar varsa, sizler de vazgeçemezsiniz. Herbirimiz bir işlevi gerçekleştirmek adına varız. Kalben inanarak çıktığımız her yol, bizi kendimize götürecek. Vazgeçmesi kolay, sürdürmesi zor olacak. Ama söyleyin bana, varoluşta özgürce kendin olabilmekten ve işlevini yerine getirebilmekten daha güzel ne var? Neşe ile kalın...
Yorumlar
Yorum Gönder