Günümüz İnsanlığı: Depresyon, Hazin Son

  Hayat çok yoruyor bazen.
  Yapılması gerekenlerle, yapmak istediklerimiz çakışmıyor. Çabaladığımız şeylerle, uğruna çabalamak istediklerimiz arasındaki uçurumda yuvarlanıp gidebiliyoruz. Depresyon, karamsarlık ve anksiyete yakamıza yapışabiliyor. Geçmişin hayaletleri, içinde bulunduğumuz ana saldırabiliyor. Geleceğe dair bitmek bilmeyen kaygılarımız da yakamızı bırakmıyor. Sudan beteriz. Karışabiliyoruz, çamurlanabiliyoruz. Sonra da ansızın durup bir anda dalgalanabiliyoruz. Ama anladığım kadarıyla en çok dengeyi arıyoruz. Denge istiyoruz. Dengeden sonra gelecek mutluluğu, huzuru belki de. Bu yüzden üretmek istiyor insan sürekli olarak. Bu yüzden sorular sormayı bırakamıyor belki de. Bu yüzden sorguluyor sürekli olarak. Belki de en sonunda benim de şu an yaptığım gibi dışa taşmak isteyebiliyor. Ya da belki bir işe yararım duygusuyla harekete geçiyor.
   Zorunluluklar ve zorundalıklarla kapladığımız kulelere hapsediyoruz potansiyelimizi. Oysa algılarımız her an değişebiliyor ve çoğu zaman algılarımız sadece bizlere özel. Zorunluluklar ve zorundalıklar arasında önce algılarımızı sonra da kendimizi kaybediyoruz. İşte tam o zaman tehlike çanları çalmaya başlıyor. Farkındalığımız yüksek değilse ya kendimize yabancılaşmaya başlıyoruz ya da potansiyelimiz ölüyor. Umursamadıkça, kendimizden uzaklaştıkça saman alevi gibi büyüyebiliyor bu durum. Depresyon diyorlar, ilaçları dayıyorlar. Yapay dopamin, yapay serotonin pompalanıyor reseptörlere. Uyuşuyoruz, kafam rahatladı diyoruz. Acaba???
   Bu yolculukta günün sonunda direnenlerden oldum hep. Gerçek acıyı seçtim yapay mutluluk yerine. Yüzleştim. Kendi eksikliklerimle, başarısızlıklarımla, hissettiğim değersizlik duygusuyla, yabancılaşmalarımla, aynadaki görüntümle, seçimlerimle, hislerimle. Ve yanlışları ilk önce kendimde aradım hep. Sevdiklerim tarafından terk edildiğimde de, yakın çevremde uğradığım haksızlıklarda da, geçmişimde de, seçimlerimde de. Hala daha ilk önce aynayı kendime tutmak için çabalarım. Çünkü ancak o zaman gelişebildiğimize inanıyorum.
   Ama neden kaçıp duruyoruz acıdan, kendimizden ve derin hislerimizden bu kadar çok? Bu sorunun peşindeyim ben. Ya insanlığa dair, ya kendime dair ya da yaşama dair önemli bir çıkarım barındırıyor diye düşünüyorum bu soru. 'Konfor alanı' belki de en doğru cevap. Oysa çok sevdiğim ve sürekli tekrar ettiğim bir söz var 'Bedava peynir, fare kapanında olur.'. Biz konfor alanından çıkmadıkça, kendimize karşı dürüst olmayıp yabancılaştıkça uyuşturulması gereken yanı büyütmekten başka bir şey yapmıyoruz. İlaç, aşk görüntüsü adı altında cinsellik, alkol, sigara ve yiyecekler değil çözüm.
     Yapılacak şey belli. Kendimize yönelmek. Ve hayat bizi en hassas noktalarımızla denemeden önce onlarla kendimiz yüzleşmek. Bu ihtiyacı başkalarıyla ya da ilişkilerle gideremeyeceğimizi anlamak ve de. Çünkü kendine sorular sormamış bir kişi isterse binlerce kişiyle konuşsun kendine uygun birini bulamaz. Hatta kendine sorular sormamış bir kişi belki de eksiklik duygusuna ya da ihtiyaçlarına yenik düşerek kendi tabiatına en uzak kişiyi seçebilir. Günümüzün, ilişkilerin ve depresyonların en büyük sebeplerinden birinin bu olduğunu düşünüyorum. Kendini bilmemek. Kendini bilmediğini için karşısındakini tam olarak algılayamamak. Algıladığı şeyin farkındalığına varamamak. En sonunda kendini, potansiyelini zorunluluklar ve zorundalıklarla kaplanmış bir kuleye hapsetmek...
    Bu yazıyı kaç kişi okur hiçbir fikrim yok.
    Ama bugün kendinize bir iyilik yapın. En son sizi neyin gerçekten heyecanlandırdığını, hangi duygunun bedeninizde dalgalar halinde yayıldığını düşünün. O duygu sizi size götürecek ya da o duyguyu hissettiren unsurlar. Neşe ile kalın :)

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Dualite: İçimdeki Orman

Cesur Yürek

Mavi ve Anka Kuşu